24 Nisan 2010
sevgili milena
yine mektuplardan gidiyoruz. öldürdüğümüz mahremiyetlerin haddi hesabı yok.
malum kafka'nın, çevirilerini yapan milena'ya aşık olmasının tüm evrelerini gördüğümüz mektuplaşmalar bütünü kitap. o koskoca franz kafka'nın ezilip büzülmesi, çaresiz kalması. öyle bir durumda kalması ki, bunu şöyle söylemesi; odamdaki ekmek kırıntılarını kapmaya gelen serçeye benziyorum.
milena evlidir, kafka ise nişanlı. milena iki aşk arasındadır, kafka ise pek değil. ama milena'nın kocasını sevmesini de anlar, bir insan iki kişiyi aynı anda sevebilir değil mi?
her gün yazılan mektuplar, aşk'ın ne kadar imkansız ve sınır tanımaz olduğunu gösteriyor, her şey değişiyor. kafka mektup gelmeyince batıyor, gelen mektupları göremediğimiz için tam da çözemiyoruz cevapları ama kafka yine dediği gibi, giden her mektubu, açmadan, okumadan, kapalı olarak veriyor milena'ya, kendini verdiği gibi. daha önce de dedik ya, mektuplar özel, özel yanlışlarla dolu, bir edebi eser değil sonuçta, ya da öyle mi? bilmiyorum. ama milena'dan gelen mektuplardaki kafka'ya eksik gelen yerler hakkında kafka şöyle söyler; "iyi yazılmış, içten yazılmış ya, gene de eksik bir yanı var. bu eksiklik olmasaydı, mektuplar daha mı içten olurdu diyeceksin? ummam belki de tersi olurdu."
son olarak, her mektubun sonuna "senin franz k." yazan kafka gün gelir, " senin... (adımı da yitirdim! küçüle küçüle "senin" kaldı yalnız)" der.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder