.

Related Posts with Thumbnails

28 Ekim 2010

kağıt gemiler


2010 yunus nadi öykü ödülü'nü almış bir kitap kağıt gemiler. açıkçası kitabın önsözünde beklentileri bu kadar yükseltmeseydi ayşegül çelik belki kitaptan daha fazla keyif alabilirdim. kesinlikle başarısız değil ama o önsöz öyle bir yazılmış ki sanki inanılmaz bir şey bizi bekliyormuş hissi yaratıyor.

kitaptaki öykülerden en güzeli ve benim için tek akılda kalanı kelimeler masalı -bir vardı, bir yoktu, yokluğu söylemesi zordu-, lisan tamircisinin kelimelerle oynaması ve insanların hayatlarını değiştirip yabancılaştırması gerçekten güzeldi.

bu da arka kapak yazısı, tadımlık;


Hayat diye aklımıza kurdukları oyunu bozduk biz. Koşar adım tırmandığımız
cinnetin ve cehennemin son basamağındaydık. Tabiatın
bütün güneşleri batıyor, karanlık büyüyordu. Aşkımızdan olacak,
el ele tutuşmayı ve derin bir nefes almayı akıl ettik. Tersine işleyen
bir vaftiz gibi, bize verdikleri her şeyi çıkarıp orada bıraktık.
Şimdi dönüp arkamıza baktığımızda dev bir yıkıntı görüyoruz. Yaşadığımız
o yıkıntıyı yaratanlar, babasını öldüren çocuklardan, çocuğunu
öldüren analardan çok, bunları hayatın gerçeği diye önümüze
koyan ve kolumuz karıncalanmadan bakıp geçmemizi bekleyenlerdi.
Her ölenle öldüğümüzü, ağacın, kuşun acısını topal bir
bacak gibi içimizde sürüdüğümüzü anlamadılar. O zamanlar vicdanımız
kuyruklu bir böcek gibi kalbimizi yiyordu.

24 Ekim 2010

persona






kesinlikle izlediğim en estetik ve vurucu filmlerden biri oldu persona, neden bu kadar geç kalındı bilmiyorum. her sahnesi ayrı ayrı değerlendirilebilir ve öyle bir kere izledikten sonra sileceğiniz bir film değil kesinlikle. bir saati geçen filmlerden sıkılan beni zaten en basta 1.19'luk süresiyle hoşnut kıldı fakat bazen öyle oluyor ki film üç saat sürsün isteyebiliyorsunuz, persona işte onlardan biri. iki farklı kadının bir olmasıyla bizi düşünceler arasına bırakıp kaçıyor. biri hemşire olan alma, diğeri ise oyuncu olan elizabeth'in hayatları kesişiyor. oynamaktan kaçıp gerçekliğe dönen elizabeth, alma'ya ve daha çok da alma hep hayranlık duyduğu elizabeth'e dönüşüyor. alttaki fotoğrafta da elizabeth'in eşiyle iki kişilik bir olup konuşuyor, elizabeth alma'nın elini alıp kocasının yüzüne sürüyor. daha güzel nasıl anlatılabilirdi bilmiyorum.

ikinin bir olması da üstteki iki fotoğrafta, her şeyin bir rüya -gibi- olması ve ayna ya da bizim karşımızda birbirlerine sarılıp saçları aralarında kaybolmaları filmin en estetik sahnesiydi belki de. izlemeyenler kesinlikle izlemeli, bir kere de değil sonra da etrafta yazılıp çizilenler okunmalı, kesinlikle izlenip geçilebilecek bir film değil.

sular ne güzelse


"seni görmek denizi görmek kadar güzel."

10 Ekim 2010

saatler / geyikler




hayır saatleri, geyikleri anlatmıyor bu kitap.
bir kumru oluş halini anlatıyor,
yada bir kumru olamayış halini.
bazen birşey görünür gibi oluyor,
bazen bir şey görünmüyor.
bazen bir şey değişecekmiş gibi oluyor, 
bazen bir şey değişmiyor
bazen beni hep sevecekmişsin gibi oluyor,
bazen hiç sevmemişsin gibi...
bazen bu kitap açıklanamayan şeyleri anlatıyormuş gibi oluyor
bazen hep açıklanan şeyleri
bazen bu kitap senin gibi oluyor, bazen benim gibi
yani sen beni kumru yapmaya çalışırken benim kumru olamayış
halimi...
bazen bu kitap aşk gibi oluyor, bazen anti-aşk gibi...


hayır elbette saatleri, geyikleri anlatıyor bu kitap
insan ilişkilerinden bahseden bir kitap başka neyi anlatabilir ki?
bizim uslanmaz ruhlarımız hiç kumrulaşabilir mi?
suskuyla yanyana oturan iki kumru ...
iki sevgili yanyana oturarak uzun süre hiç konuşmadan...
yani kumrulaşabilir mi?

hayır elbette senin aradığın saatleri anlatmıyor bu kitap
aramadığın onca saatin dehşetini anlatıyor ancak.
ve çocuk gibi olmadığım , fazlasıyla realist olduğum için tek bir
saate doğru ilerliyor:
geyiklerin kavga edip, boynuzlarını açamayarak öleceği saate...

06 Ekim 2010

yorgunlar



erdal öz'ün -ki kendisi can yayınlarının kurucusudur- ilk kitabı yorgunlar.

o elli kuşağının en önemli yapıtlarından biri olarak kabul ediliyor. bana kalırsa türk edebiyatının en iyi yapıtları arasında. ilk baskısı yalnızca 1000 adet yapılan kitabı şimdi ciltli olarak can yayınları yayımlıyor.

sekiz öykü var kitapta, daha çok çocuk gözüyle ve çocuklukla anlatılan bazen hüzünlü bazen gülümseten hikayeler. sıralama yapmak çok zor ama sular ne güzelse, günaydınlı ve çocuk öne çıkan öyküler bana göre.

öyküler de şiirler gibi, belki romanlardan ayrı tutularak tekrar okunabilen ve sürekli yaşayan yazılar. bir romanı birden çok defa okumuşluğumuz elbette vardır ama aynı şiiri belki yüzlerce kez okuyup yüzlerce farklı anlam çıkardığımız zamanlar da az değildir. işte burada şiirin yanına öyküyü de koyabiliriz. fazla tanınmayan yazarlarımızın çok güzel yazıları var, fazla tanınmamaları daha güzel. hele ki şiirleri facebook'tan paylaşan okumayıp okumuş havası verenler varken, bunlara ellerinin değmemelerine seviniyorum. bu güzel kitapla facebook ve bu insanları aynı yazıda birleştirdiğim için özür diliyorum.

alıntı yapılacak çok söz var, içlerinden bir tanesi;

denizle gecenin karıştığı yere, belki de ölümsüzlüğün gibi getirip koyduğum; sağa dönen, sola dönen doyumsuz yüzüne, kim eklemişse eklemiş bilemediğim sarı saçlarınla, beni yaşamamdan eden seni, bir ben ayırabilirdim o uğultudan.