daha önce tuncer erdem'in her ne kadar bazı yerlerinde kopukluk hissine kapılsam da sevdiğim denizlerimizde rüzgar'ını okumuştum.
istanbul: zamanın suya izi ise diğer kitaplarına benzemiyor, istanbul'a dair kırk beş yerin hikayesini anlatıyor tuncer erdem. bunu yaparken kendisinin de ressam olmasıyla beraber bize görseller de sunuyor. kitabın başında şiir-desen dese de ben anlatı-desen demeyi daha uygun görüyorum, zira şiir böyle olmamalı.
hepsini yazmak isterdim ama denk gelirseniz en azından önsözü okumalısınız, belki de kitabın en güzel yeri burası. kapaktan bir yazı;
tuncer erdem'in farklı bir dili olduğu kesin, hep var olan ama görmediğimiz şeyler hakkında bir şeyler yazıyor, bozkır kitabı'nı okuyorum şimdi, belki ondan sonra daha net tanımlayabilirim kendisini, ama öykülerinin farklı bir havası var.
kapak yazısından birazcık;
“İstanbul’a bak ey okur. Zamanın taze yaralar açıp eski izleri kapattığı; yeni tüneller, çukurlar kazıp eski dehlizleri, sarnıçları doldurduğu; her geçen gün kılık değiştiren, eskinin üzerine betonlar örten, zamanın aralıksız darbeleriyle durmadan biçim değiştiren şu şehre bir bak. Bugün baktığın şehir yarın aynısı olmayacak. Senin bir rüya gibi geçip giden hayatın, sürekli değişen bu koca şehrin hayatında, topuklarının eskittiği bir merdiven basamağı, okulda sırana kazıdığın bir yazı, bir fotoğrafçının arşivindeki vesikalık bir fotoğraf olarak kalacak. Ama bu şehir senin anılarında derin izler bırakacak...”
bu da aradan bir bölüm;
"
bazı akşamlar
sahilden geçiyorum
yeni yeni beliren gölgemi
ezen aylak adımlarla
"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder