.

Related Posts with Thumbnails

20 Şubat 2010

dede

önceden yıllara meydan okurduk şimdi günler bizi deviriyor, dedi dedem. o zamanlar ne demek istediğini anlamamıştım, tek düşündüğüm birazdan yırtık pabuçlarımı giyip top oynamaya gidecek olmamdı. dedemin tek düşündüğü ise bu değildi, bunu yeni anladım.

dedem sallanan sandalyesinde, odasında duvar boyu uzanan büyük pencerenin önünde elinde kahvesiyle otururdu hep. gün geceye doğduğunda oda aydınlanmaya başlar, akşama kadar da aydınlık eksik olmazdı. dedem ise çok nadir olarak perdeleri tamamen açar dışarıyı seyrederdi, diğer zamanlarda ise oda hafif loş bir ışıkta kalırdı. küçük bir odaydı dedemin odası, anımsıyorum da içeride uykudan kalkmış insan kokusu ile kağıt kokusu birleşir müzikle beraber zamanı durdururdu, o odada zaman hiç geçmezdi, bende pek sevmezdim odayı, sevmezdim çünkü oynayacak bir şey yoktu, odanın girişinde duvar boyunca uzanan kitaplıklar başına kadar dolmuşlardı, her yerde kitap, ufak kağıt parçaları ve çeşitli grupların albümleri bulunurdu, hem sahi nereden bilebilirdim ki bütün dünya o odadaydı?

odadan çıkarken dedem sandalyesinden öne eğilmiş kahvesini iki avucu içine alıp sardığı sigarasının dumanına bakıyordu. "bir isteğin var mı dede?" dedim, var olan istekler hiçbir zaman olmadı dedi, peki ben çıktım dedim. o gece evde kimseyi istemedi dedem. sabah oldu, dün söylediği gibi günler dedemi güzelim tozlu sandalyesinden devirmiş, yere fırlatmıştı. öleceğini bilemezdim, hem sahi ben nereden bilebilirdim ki ?

soğuk kahvesinin altında uzunca yazılmış bir mektup bulduk, yıllar sonra şimdi elimde tutuyorum o notu. bunun hepsini sizinle paylaşmayacağım, sadece, son sayfada siyah kurşun kalemle diğerlerine hiç benzemeyen bir yazıyla şu yazıyordu, "peki bir yitiş olan hayatımın acısı ne zaman geçecek?". tüm bunları neden anlattım size bilmiyorum, eski bir şarkı çaldı kulağıma, sokağa çıktım, yağmur durmuştu, ağaçlar arasında yürüdüm..

kimse bilmez ama yağmurdan sonra çamlar ağlarlar, bilir misiniz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder