.

Related Posts with Thumbnails

31 Ocak 2010

korkma ben varım



murat menteş'i ilk defa okuyorum. kimisi dublörün dilemması'nın daha önce okunması gerektiğini söylüyor, bilemiyorum. şu son dönemlerdeki hoşnutsuz tavrımdan mıdır nedir bir türlü ısınamadım kitaba, yani öyle zorla güzel söz söylenmeye çalışılıyormuş gibi geldi. bir de çok fazla karakter var, isimler de malum enteresan, benim de öyle bir çırpıda okuyabilecek zamanım olmadığı için kopuk kopuk gidiyor her şey. güzel sözler elbette var, 400 sayfa kitap sonuçta ama denilenler kadar etkilenmedim kesinlikle, sakil sakil geldi cümleler. dipnot olarak da kapaktaki ve içerideki çizimlerin ersin karabulut'a ait olduğu bilgisini verip gideyim.

aydınlığın dört bir yanı

Jale : Acı bir oyundu sonunda
Ölümsüz olmadığımı unutmak
Güzdü, adaçayı yakıyordu gemiciler
Ay ışığında güvertede
Dipsiz bir denizin üstünde. Kokusunu duyuyorum.

Cengiz : Gözü dönmüş bir tanrı
Eline aldığı gibi kargıyı
Hançer sanarak
Saplayınca ayağına...

Jale : Acı bir oyundu sonunda...

Selim : İçimdeki bütün öldürdüklerim. Ölüm
Ölüm ne?
Sesini duyuyorum bir kartal sürüsünün içinde
Kartal kanatlarının. Ölüm
Ölüm ne? Telefon mu çalıyor? Hangi telefon
Işık mı? Evet! birden ses gibi düşüyor yere
Ses gibi düşüyor da ışık
Sabah akşamı doğuruyor, akşam sabahı
İniltilerle
Böyle
İniltilerle iniltilerle.

Jale : Gece olsa gece olsa!
Ellerimsem beklesem
Yüreğimsem kuytuda.

Cengiz : Yaratılmaya gidiyor
Kim?
Ne?
Saat altı, dönüp durur tarla kuşu gecede
Bir sap yeşil fidan bulsun diye kendine
Tala kuşu gecede.
(Sessizlik.)

Jale : Karıştırmışlar gene çantamı
Kim karıştırdı benim çantamı?
Bulamıyorum Neyi bulamıyorum, onu da.

Cengiz : Su karıştırıyorlar konyağa, bu kaçıncı!

Jale : Bir çantayla bir başka çantadan
Başka ne olabilirim ki ben
Bir çantayla başka bir çantadan?

Selim : Neden? Bir bardak da olabilirsin pekala. İçinde
İyi hazırlanmış bir içki...

Cengiz : Nerde hani o becerikli tanrı.
Kırmasın da yaratırken bardağı...

Jale : Zincirine iki göz takılı
Olsa olsa bir anahtarlıksın sen de.

Selim : Hangi kapıyı açacak? Üstelik
Diyelim ki açtı Açmakla biter mi
Cengiz'in kapıları?

Cengiz : Bütün odalar birbirine benzer de ondan
Biri sizi çağırır, girersiniz
Beklersiniz bir süre. Ne kadar mı?
Bilmem! kimse de bilmez ki zaten
Yoktur ki orada zaman kavramı
Yalnızca çağrılırsınız, o kadar
Bir odadan bir başka odaya
Derken binlerce, yüz binlerce yazı makinesi
Tutuşturur bir o kadar evrağı elinize
Bir türlü anlamazsınız da ne olup bittiğini
Sorup durursunuz kendinize: yani ben
Bir evrak çantası mıyım, yoksa
Bir araç mıyım insan sesiyle işleyen?

Jale : Ne düşünüyorum, biliyor musunuz
Toplayalım üçümüzü bir vitrinde.

Cengiz : Ve bir de öfkeden fırlayacak bir düğme!

Jale : O Selim mi ne?

Cengiz : Selim de olabilir, ben de
Hiç tanımadığımız biri de olabilir.

Jale : Peki, satışı kim yönetecek, kim kime ne satacak?

Selim : Kendimiz kendimize...

Jale : Öyleyse bir gece elbisesi isterim ben, genç kızlar için
Etekleri simle işlenmiş...

Selim : Yok o senin istediğin şey bizde!

Jale : Bir rugan pabuç da mı yok, ya da
Açık pembe renkli bir kurdele
Masada vişne reçeli, çiçekler
Yaz çiçekleri Sahi, ben kiminle konuşuyorum pencerede?

Selim : Yok, hibiri yok bunların!

Cengiz : Bir türküydü anımsıyorum
"Derler ki şubat temmuza vurmuş
Soğuk lekesi üstünde
Yitirmek için mi buldum seni ben..."
Tam böyle değilse bile
İstersem bunu isterim ben de.

Selim : Aşkın da, sevginin de!..

Jale : Neden kızıyorsun peki, anlamıyorum
Önemsiz bir oyundu bu, o kadar
Sadece oyalanıyoruz.

Cengiz : Kim bilir neler ister Selim de
Ama söylemez.

Jale : O hiçbir şey istemez! o hiçbir şey istemez!

Selim : Garson! bana bir votka daha versene!

Jale : Bozdu oyunu...

Selim : Hayır! bozmadım, benimle yatar mısın bu gece?

Jale : Seninle?
Gece değil ki şimdi... baksana
Gün ışıdı çoktan.

Selim : Gün ışıdı, yani...

Jale : Ama dur! neden olmasın
Evet olabilir de...

Selim : İstemem, geri alıyorum sözlerimi.

Jale : Sahi mi, neden?
Tam övecektim şimdi cömertliğini

Selim : Sevmiyorum göğüslerini
Bacaklarını da
Biliyor musun, yaşlısın da üstelik.

Jale : Çirkinim! çirkinimde değil mi?

Selim : Çirkinsin!

Jale : Düşler mi acaleci olan, bilmem ki
Öldükçe ölüyor bir yerlerin senin de.

Cengiz : Çıkalım isteseniz, sıkıldım
Çıkalım! yoruldum artık kendimden.

Jale : Kıskanıyor musun yoksa bizi?

Cengiz : İğrençliğinizi mi? elbette.

Jale : Ama nereye?

Cengiz : Biz bilir miyiz nereye, ben bilir miyim?

Selim : Dün gördüm, boş çelenkler vardı çiçekçide
Ölüler için
Kendimize bir çelenk ısmarlayalım.

Cengiz : Kalınca bir ip de alalım.

Selim : Jale bol zehir ister.

Jale : Bana sorarsınız havagazı en iyisi
Ucuz da olur üstelik
Yeter de artar bile üçümüze.

Cengiz : Hadi şerefe!
Ölümün şerefine, ölümün!

Jale : Bıktım artık bu ölüm sözünden
Ben ölürsem size ne
Siz ölüseniz bana ne?

Cengiz : Hiiiç! Kalküta'da bir Budist
Londra'da bir homoseksüel
Amerika'da bir beyaz
Daha da beyaz duysun diye kendini
Vurmuş da alnının ortasından bir zenciyi...

Selim : Sussana! nerdeyse kusacağım şimdi...

Cengiz : Ve o gün bugündür Amerika'da...

Selim : (Kusar)

Cengiz : Eh, biraz açıldın mı bari?
(Sessizlik)

Selim : Garson! gelir misiniz?

Garson : Efendim?

Selim : Neden hep aynı plağı koyuyorsun deminden beri?

Garson : Ben koymuyorum ki, bitince yeniden başlıyor
Bitiyor, yeniden başlıyor işte
Ben istesem de istemesem de.

Jale : Doğrusu pek anlamadım
O kadar anladım ki belkide
Düşünemiyorum...

Selim : Peki, ya biz gelmeden önce
Hep aynı plak mı çalıyordu gene?
Yoksa...

Garson : Siz gelmediniz ki, buradasınız
Öteden beri Kaç gündür buradasınız
Özür dilerim ama, kaç yıldır Burdasınız hep
Baksanıza traş bile olmadım
Traştan geçtim, gömleğimi bile değiştiremedim
Ya giysilerim! nasıl da eskidi bilseniz
Doğrusu yaşlandım da
Ne yalan söyleyeyim, adımı bile unuttum.

Cengiz : Yani bu akşam gelmedik mi biz?

Garson : Hayır!

Cengiz : Desene burda doğduk, ya da
Burda olmamızı bizim
Sahneye koyuyorsun kendince.

Garson : Yok canım, o kadar da değil
Tanımıyorum bile sizi ben
Bildiğim, her zaman burdasınız, yalan mı?
Bir de bir çift geliyor işte, bakın
Tezgahta oturuyorlar şimdi
Belli bir saatte gidiyorlar, onları anlıyorum
Yeniden geliyorlar bir başka akşam
Yeniden gidiyorlar sonra
Bir gidip bir gelmek bütün işleri
Çocukları da oluyor bazan
Adam ölüyor arada bir
Bir kez denizde ölmüştü, bir kez de trafik kazasında
Sizin anlayacağınız bir süre dul kalıyor kadın
Siz deyin on yıl, ben diyeyim yüz yıl
Derken evleniveriyor bir gün, ne denir
Yeniden çocukları oluyor
Adam dönünce işler düzeliyor mu sanki
Elbette
Birlikte gidip geliyorlar gene
Baksanıza yüzlerine, nasıl da durmadan değişiyor
Kimi zaman ikisi de yaşlı
Kimi zaman ikisi de genç
Kimi zaman da biri genç biri yaşlı
Her neyse...
Size gelince... doğrusu tanımıyorum ki sizi
Ne ölmeyi biliyorsunuz, ne ölmemeyi.
(Sessizlik)
Başka bir isteğiniz var mı?
Olursa çağırırsınız beni
Olmazsa çağırmazsınız
Ben işte gidiyorum
Şuraya gidiyorum
Orada duracağım
Çağırırsanız gelirim
Çağırmazsanız gelmem
Bazan çağırmasanız da gelirim
Şuna inanın ki, plakla hiçbir ilgim yok
Nasıl olsun ki hem, o kendini yönetiyor
Ben de kendimi
Size gelince, siz de kendinizi yönetiyorsunuz
Ve dönüp duruyorsunuz kaskatı bir aydılığın çevresinde
Siz yok'la yok'un arasında
Ben yok'la yok'un üstünde
Plaksa... Ne diyeyim bilmem ki
Öyle bir uyum katıyor ki ilişkimize
Bence önemli olan bu
Yani kim ne derse desin buradayım işte
Sizlerde buradasınız
Cenaze taşıyıcıları da burada
Deriden şapkaları da
Onların elbiselerini diken terzi de burada
Terziyi ilk yıkayan kadın da
Gerçekte kalabalık bir aileyiz, değil mi?
Kaldı ki, daha çoğunu saymadım
Saymadım ya, ben cenaze taşıyıcılarını çok severim
Onlar da beni sever
Elbette, siz ne zaman isterseniz
Birinci sınıf bin lira
İkinci sınıf derseniz beş yüz
Sahipsiz çiçekler için de yüz lira
Siz bana bakmayın, ben nasıl olsa beklerim
Yüz yıl da deseniz beklerim
Bir sürü işim var görülecek, saymakla bitmez
Örneğin kira borcum var. Gerçi
Pek önemi yok ya bunun
İnanın ki daha ev sabihinin yüzünü bile görmedim
Ne alacağını istiyor, ne adresi belli
O kadar güç durumdayım ki, dayanılır gibi değil
Düşünün, bir evim olduğunu anlayamıyorum artık
Ne yatabiliyorum içinde ne oturabiliyorum
Siz bakın ki bir de bir elbise diktireyim dedim kendime
Bilmem söylemiş miydim demin
Kaç yıl oldu daha dün gittim ilk provaya
Dedi ki terzi: "O kadar erken geldiniz ki
Sakın gücenmeyin, gelecek yıl haziranda
Şöyle bir uğrayın isterseniz
Elimde değil, öyle uzun takmışım ki iğneye ipliği
Tek dikiş bir ayımı alıyor
Oysa siz geniş yaka seversiniz
İki de yırtmaç istersiniz, düşünün
Yelek, pantolon derken
Anlıyorsunuz ya
Hiç kesin bir tarih verebilir miyim sizce?
Sonra kaç müşterim var sizin gibi..."
Dedi de terzi
Kesmedim umudumu gene de
Hem neden kesecekmişim, zaman dediğin nedir
Nedir ki terzi dediğin.
(Sessizlik)
Hep kendimi anlatıyorum, gelelim size...

Selim : Sen bırak bizi! dört votka daha versene!

Jale : Dördüncü kim, anlamadım...

Garson : Dedim ya, çağırmasanız da bazan gelirim
Unuttum söylemeyi, biri sizi aradı bu gece.

Selim : Ne dedin?

Garson : Biri sizi aradı...

Cengiz : Bizim adlarımız ne?
Hani tanımıyordun sen bizi?

Garson : Yormayın kendinizi
Tanımıyorum gene de...

Jale : Öyleyse?

Garson : Yok gereği adlarınız, alt tarafı bir yanıt bu
Kim kimi sorarsa "yok!" diyorum

Jale : Kim kimi sorarsa, öyle mi?

Garson : Elbette, bence susmaktan iyi
Ne de olsa bir ses işte: yok!

Cengiz : Kalkalım!

Jale : Kalkalım! Aaa! baksanıza kim geldi.

Cengiz : Oğuz değil mi o?

Jale : Ta kendisi Oğuz'un.

Cengiz : Yalpalıyor, çok içmiş gene.

Jale : Biz de çok içtik.

Selim : Neden olmasın, o da içecek biz de
Doyumsuz bir ayin bu alkolün çevresinde

Garson : (Kendi kendine)
Aydınlığın çevresinde aydınlığın
Bakalım kim düşecek.

Oğuz : Merhaba çocuklar! bir dakika oturabilir miyim?

Hep
Birden : Elbette!

Jale : Sanki bu çekingenlik neden?

Oğuz : Bilmem, günlerdir hiçbir yere yakıştıramıyorum kendimi.

Cengiz : Bu votka senin olmalı.

Oğuz : Hem benim hem de değil
Ama içerim
(Sessizlik)
Nursen'e uğradım bu gece...

Garson : Hayır uğramadı Nursen'e!

Oğuz : Önce buraya uğradım, sizi aradım.

Jale : Yokmuşuz ki biz...

Garson : (Kendi kendine)
Evet, burada bir garson olduğuna göre...

Oğuz : (Garson'a)
Sizdiniz! Yok, hayır, siz değildiniz.

Garson : Bendim, size öyle geliyor.

Oğuz : Neden "kimse yok!" dediniz öyleyse?

Garson : Farketmez, size yok denildi ya.

Oğuz : Bana yok denildi ya... Doğru
Eve yollandım ben de Baktım kapısı aralıktı, itiverdim.

Selim : Çoktandır görmedik biz de.

Oğuz : Bundan böyle sanmıyorum göreceğinizi.

Cengiz : Ne dedin?

Oğuz : Nursen intihar etti!

Jale : Nursen intihar mı etti?

Oğuz : Evet, bu gece!

Garson : (Kendi kendine)
Sakın ha, inanmayın!
Ölümünü görmek istiyor yüzünüzde
Sizin yüzünüzde... Bir tortu gibi emmek istiyor onu.

Cengiz : Neden acaba? Bir bakıma hepimizden neşeliydi.

Selim : Kim kimi tanıyor ki... Ayrıca
Vaktimiz çok anlaşmaya.

Oğuz : Sıkılıyordu
Taşıyamıyordu sanki kendini.
(Sessizlik)
Uzanıp kalmıştı odanın ortasında. Avucunda.

Jale : Bir mektup filan?

Oğuz : Yoktu. Sadece
Salovanter tipi bir tabanca!

Cengiz : Bir tabanca mı?

Oğuz : Evet! bir de
Bulanık bir fotoğraf vardı öteki elinde
Yüzü silinmiş bir kadın
Tuhaftı doğrusu
Belki silinmemişti de, bizim hiç görmediğimiz bir anlatım
Öyle bir yaratık gibi duruyordu yüzünde.

Garson : (Kendi kendine)
Çıkarıp göstersene, çıkarıp göstersene!

Jale : Öyle şaşırdım ki, ağlamak bile gelmiyor içimden.

Oğuz : İyi günler size, iyi geceler!

Garson : (Kendi kendine)

Jale : Rujumu bulamıyorum şimdi de. Selim, sende mi?
Bir şeyler çiziyordun demin peçeteye.

Selim : Sanırım geri verdim. Vermedimse
Çok uzaklardadır. Çünkü o
Ters oyulmuş bir kurşun yarasıydı belki de.

Garson : (Kendi kendine)
Ters oyulmuş bir kuşun yarasıydı... doğru söylüyor.
Ama Nursen'de değil, az sonra Oğuz'un beyninde.
Cengiz : Gidelim mi görmeye?

Selim : Gidelim.

Jale : Gece yarısı, dedi, öyleyse
Ölü morgdadır şimdi
Kilitlemişlerdir bir kasaya
İyi biliyorum, küçüktüm
Göstermişlerdi bana annemi
Kim bilir, uyduruyorum belki de
Cinayet! bu herkesin ölüsüdür.

Saat : Saat tam yediyim ben.

Masa : Bitti son votkalarınız da.

Kapı : Bekleyin, birini yolluyorum size!


Cengiz : Korkunç bu! Sanrı mı görüyorum yoksa?
Baksanıza kim geliyor...

Garson : Nursen'e benziyor mu, ne dersiniz
Sürüyor mu Oğuz acı habercilerini üstünüze?

Jale : Nursen değil mi o, nasıl olur?

Cengiz : Nursen de ne kelime, elbette o.

Garson : Siz bakın ki, asıl
Oğuz koydu ölümünü sahneye
Koydu ve gitti
Hadi davranın bari, gömün ölünüzü bir güzel
Ona yaraşır bir törenle
Size yaraşır bir törenle, gömün
Gömün hiçliğine. Çünkü bir mutluluktu hiçlik
Onun için
Daha bir derinliğine yaşasın bundan böyle.

Nursen : Kötü bir haberim var size!

Jale : Sen ölmedin miydi? İşler çok karıştı gene.

Nursen : Ben mi? Eğleniyor musunuz?
Ben işte karşınızdayım, az önce
Oğuz intihar etti.

Selim : Oğuz buradaydı demin. O da...

Nursen : Benim bildiğim boylu boyunca
Uzanıp kalmıştı odanın ortasında.
Sımsıkı
Kavramıştı bir tabancayı...

Selim : Anlatma, yeter!

Jale : Ben gidiyorum.

Cengiz : Ben de.

Selim : Beklesenize!

Garson : Bir sır vereyim mi size
Terzi telefon etti demin
Bitivermiş bizim elbise
İyi günler, iyi geceler!
Beklerim gene
Elbette, tabii, beklerim
Ve bu akşamdan tezi yok
Yepyeni bir elbiseyle.

(Hep aynı müzik tekrarlanmaktadır.)

23 Ocak 2010

beautiful losers

garip bir kitap.

öyle bir oturuşta bitirilmesi hayli zor çünkü öyle somut değil her şey, biraz düşünmek ve yavaş yavaş okumak lazım. dün bitirdim kitabı, daha fazlasını bekliyordum açıkçası. bizim bildiğimiz leonard cohen değil gibiydi hatta yer yer bukowski'ye kaçıyor bile diyebilirim, yine de okunmasında fayda var tabi. türkiye'deki basımında yukarıdaki kapak kullanılmamış, keşke kullanılsaymış.

genel olarak üç kişinin yaşadığı ilişkiler üzerine bir kitap ama dediğim gibi öyle somut halde değil, çarpık ilişkiler hali. bana göre 300 sayfalık kitabın en güzel yeri de şuydu;

- Saat kaç F.?
-1964 yazı.

bu kadar.